Charlize Theron:
Güzel haliyle yeniden bizlerle...
Derleyen: Fuat Camgöz
Oscar aldığı "Cani" filminden hemen sonra rol aldığı "Bulutların Üzerinde"de, bildik güzelliğini cömertçe sergileyen Charlize Theron, kötü başlayan, ancak talihinin yüzüne gülmeye başlamasıyla birlikte inanılmaz bir ivme kazanan bir yaşama sahip. Şöhret kilidini açacak anahtarı çoktan bulan güzel yıldız, artık güzelliğinin arka planda kaldığı rolleri de kabul ediyor; ama yine de yapımcılara seslenmekte fayda var: Charlize'ı her türlü sevsek de, güzeli tercihimizdir.
Charlize Theron'u anlatmaya 'henüz 29 yaşında...' diye başlamak mümkün; şimdiye kadar hakkında yazılan pek çok yazı bu şekilde, 1975 doğumlu güzel aktrisin gençliğini ön plana alarak başlamış. Ancak, diğer genç yıldızları -mesela ülkemizde de vizyona girmiş "8 Kadın"daki Virginie Ledoyen ve Suzon Ludivine Sagnier- hatırlayınca, Theron'dan 'henüz 29 yaşında' diye bahsetmek iyice güçleşiyor. O, artık umut vaat eden, genç bir Hollywood star adayı olmanın ötesine geçmiş, yer aldığı her filme damgasını vuran, attığı her adımdan emin bir yıldız. Hal böyle olunca, Theron'u birkaç yıl öncesine kadar yapıldığı gibi "Yeni Cameron Diaz" türü yakıştırmalarla anlatmaya çalışmak, beyhude bir çaba olmanın ötesine geçemiyor, onu yaptığı işlere referans vererek anlama/anlatma zorunluluğundan kaçmak, artık eskisi kadar kolay değil.
Berbat bir çocukluk
Bugünkü Theron'u anlamak için (yalnızca aktris kimliğiyle değil, yaşamın diğer alanlarında takındığı tavırla da) çocukluk yıllarına, doğup büyüdüğü Güney Afrika'ya uzanmak, "bundan daha doğal yaşayamazsınız" dediği çocukluk yıllarına gitmek gerekiyor. Bu yıllardan gözümüze çarpan şeyler pek de iç açıcı değil: İflah olmaz, alkolik bir baba; sürekli kavga edilen bir ev ve sağlıklı bir çocukluk yaşayamamasına neden olacak, ekonomik sıkıntılarla dolu bir yaşam... Ancak Theron'un yaşamının Güney Afrika ayağındaki zorluklar, sadece bu tür, dünyada pek çok insanın içinden geçmek zorunda kaldığı genel durumlarla sınırlı değil. Henüz 15 yaşına geldiğinde, alışıldık bir kavga sırasında, annesi kendini ve Charlize'ı korumak için eşini vurmak zorunda kalmış. Babasını bugün bile nefretle hatırlayan Theron, bu nefreti genelleyerek, uzun bir süre tüm erkeklere karşı düşmanca duygular beslemiş. Bu sorununu aşmasında, çok iyi bir insan olan ve kendisine şefkatle yaklaşan üvey babasının yardımlarınıysa minnetle anıyor. Theron'un yaşamındaki bu dönüm noktası, bugün doğup büyüdüğü ülkesi hakkında pek olumlu şeyler düşünmemesiyle yakından ilgili. Oynadığı, tecavüz karşıtı bir tanıtım filminin Güney Afrikalı beyazların şikayetlerinden dolayı yasaklanması, babası gibi insanların hoş görüldüğü çocukluk yıllarını hatırlamasına yol açmış olmalı. ("Güney Afrika'nın bugün dünyaca bilinmesi gereken en önemli özelliği bir 'tecavüz merkezi' oluşu. Yaklaşık 26 dakika arayla bir kadın tecavüze uğruyor. Ama bundan daha da kötüsü, tecavüze karşı olan erkeklerin, kendi problemleri olmadığı için bu olaylara karışmayışı")
Kavgayla gelen şöhret
Yaşamının bu zor döneminde, kendini çevreleyen zincirlerden kurtuluşu, güzel yıldızın 16 yaşında kendisine yapılan bir modellik teklifini değerlendirerek İtalya'ya gitmesiyle gerçekleşmiş. Daha sonra New York'taki bir çekimin ardından Avrupa'ya dönmeyip ABD'de kalmayı tercih eden Theron, farkında olmadan onu Hollywood'a sürükleyecek adımı da atmış oldu böylece. Manhattan'da geçirdiği günler çok güzel başladı: Çocukluk göz ağrısı olan baleye, hem de Joffrey Bale Grubu'na girerek geri döndü. Ancak bu mutluluğu uzun sürmedi; dizindeki bir sakatlık dansı bırakmasına yol açtı. Bu durumun yarattığı depresyon, bir taşra kızı olan Theron'a çok yabancı olan New York'un boğucu atmosferiyle birleşince umudunu yitirmeye başlayan güzel yıldız, bir gün cebindeki 200 dolarla pılını pırtını toplayıp Hollywood'a yollanmaya karar verdi. Yola koyulurken pek çok umudu vardı muhakkak, ama eminiz biri ona beş parasız olduğu bir sırada, kimden aldığını hatırlamadığı bir çekin karşılıksız olduğunu iddia eden banka memuruyla tutuştuğu kavganın onu sinemaya taşıyacağını söylese kendisiyle dalga geçildiğini düşünürdü. Evet, pek çok iyi oyuncu gibi Theron'daki yeteneğin keşfi de kaderin doğru insanı doğru yere yollamış olmasına dayanıyor: Theron, banka memuruyla ateşli bir tartışmaya tutuştuğu ve dünyayı umursamadığı bir sırada, John Hurt gibi bir ismin menajerliğini yapan John Crosby'nin orada olması ve kendisine kartvizitini vererek aramasını istemesi, yedi ay sonra rol alacağı ilk filmin biletiydi aynı zamanda.
Charlize, usta yönetmenler ve birbirinden ünlü yıldızlarla...
Doğal güzelliğiyle Hollywood'un altın çağındaki yıldız isimleri çağrıştıran Theron, 'güzelliğini zekâsıyla birleştirerek', üzerine bir de artık kendisine iyi davranmaya başlayan talihini ekleyerek, Hollywood'da kısa sürede göz kamaştırıcı bir yükseliş yaşadı. 1996 yapımı "2 Days in the Valley" eleştirmenler tarafından pek beğenilmese de birçok kişi Theron'daki cevheri fark etmişti. Bu kişilerden biri de ilk yönetmenlik denemesi "That Thing You Do!"da (1997) Tom Everett Scott ve Liv Tyler gibi isimlerle birlikte ona da yer veren Tom Hanks'ti. Ancak, Theron'u tüm dünyaya tanıtan, 1997'de Keanu Reeves ve Al Pacino gibi iki dev isimle birlikte başrolde yer aldığı "Şeytanın Avukatı (The Devil's Advocate, 1997)" oldu. Bu filmde Reeves'in canlandırdığı hırslı avukat Kevin Lomax'ın karısı Mary Ann Lomax'ı canlandıran Theron'un Reeves'le seviştiği sahne ve Al Pacino'nun canlandırdığı John Milton'ın tecavüzüne uğradıktan sonra yara bere içindeki vücuduyla kiliseye günahlarından arınmaya gittiği sahneler, bugün hâlâ hafızalarda. Böylece Theron'un önlenemez yükselişi de başlamış oldu: Peş peşe rol aldığı "Celebrity (1998)", "Koca Bebek Joe (Mighty Joe Young, 1998)", "Astronotun Karısı (The Astronaut's Wife, 1999)", "Tanrının Eseri, Şeytanın Parçası (The Cider House Rules, 1999)", "Soygun (Reindeer Games, 2000)", "The Yards (2000)", "Onurlu Bir Adam (Men of Honor, 2000)", "The Legend of Bagger Vance (2000)", Kasım'da Aşk Başkadır (Sweet November, 2001)", "Çılgın Kızlar (Waking up in Reno, 2002)" gibi filmlerde Woody Allen, Lasse Hallström, John Frankenheimer, Robert Redford gibi usta yönetmenler ve Leonardo DiCaprio, Johnny Depp, Tobey Maguire, Ben Affleck, Mark Wahlberg, Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Will Smith ve Matt Damon gibi yıldız isimlerle çalıştı. Geçtiğimiz yıl "İtalyan İşi" (The Italian Job", 2003) ile birlikte, ilk kez güzelliğinin epey arka planda kaldığı bir filmle, "Cani" ile de karşımıza çıktı. "Artık iyi oyuncuların olmadığı bir projede yer almaya niyetli gibi gözükmüyor" sonucuna çoktan varmamızı sağlayan güzel yıldız, seri katil olan bir hayat kadınını canlandırdığı "Cani" için yaklaşık yirmi kilo alıp çenesini çıkık göstermek içi protez diş kullanmış, yani özenle çirkinleşmişti. Ortaya çıkan film, Theron hayranlarına bile "iyi ki de çirkinleşmiş" dedirtti; çünkü gerçek bir yaşam öyküsüne dayanan bu filmdeki Aileen Wuornos rolü Theron'a bir Altın Kire ve bir de Oscar kazandırdı. Hızla yükselen yıldız aktris, şimdi de "Cani"den hemen sonra rol aldığı ve b>"Cani"nin acısının çıkarır biçimde güzelliği sergilediği "Bulutların Üzerinde" ile karşımıza çıkıyor. Bu tempoya nasıl dayandığını soranlaraysa yanıtı hazır: "Sanırım içimde dışarı çıkmayı isteyen çok fazla şey var. Bunların zamanı geldikçe azalacağına eminim, ama şu anda onları dizginleyip boş zaman geçirebilmek bana çok zor geliyor. Galiba içimdeki enerji, ilgilendiğim şeyler ve insanlara duyduğum sevgi, hâlâ çok büyük."
20 Ekim 2007 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder